19 Ekim 2019 Cumartesi

Tıp Eğitiminde Kuramlar Yazı Dizisi 3 - Durumsallık Kuramı (Situativity Theory)


Amfide “karın ağrısı olan hastaya yaklaşım” dersi, gerçek mesleki hayattan örnekler verilerek çok iyi anlatıldı ve siz de çok iyi dinlediniz. Sonrasında ise textbook’tan da çalıştığınız ve konuyu çok iyi anladığınızı düşünüyorsunuz. Bunun üzerine, karın ağrısı olan birkaç hastayı değerlendirmek acil servise gittiniz. İlk hastanız karşınıza geldi ama o anda sanki bütün bilgileriniz uçup gitti, hiçbir şey yapamadınız. Bu yüzden hastayı hemen devrettiniz. Neden başarılı olamadığınızı anlayamadınız. Oysa ne kadar da iyi öğrenmiştiniz. Size ne oldu dersiniz?

Bilişsel psikolojiden evrilerek oluşan durumsallık kuramının (situativity theory), durumsal öğrenme (situated learning) ve durumsal algı (situated cognition) gibi kavramlarla da ilişkisi vardır. Temel iddiası; bilginin, düşünmenin ve öğrenmenin deneyimde durumsal olduğudur. Yani bu kurama göre algı, anlamlandırma ve öğrenme, sahip olduğu bağlamsal çerçeveden, sosyal ortamdan, kültürden, etkileşimde bulunulan kişilerden ve çevrede bulunan hiçbir şeyden soyutlanamaz.

Bilgiyi işleme kuramında (information processing theory) bilgi, kaynaktan çıkar, girdi olarak öğrencinin zihnine ulaşır, öğrenci bu bilgiyi işler ve kodlayarak uzun süreli bellekte depolar. Bahsettiğimiz bu süreçte bilgi, kendi başına anlamlı bir yapı olarak karşımıza çıkar. Durumsallık kuramı, bilgiyi, bilişsel öğrenme anlayışının prototip modeli olan bilgiyi işleme kuramına göre daha canlı ve soyutluktan uzak görür. Bu kurama göre bilgi kendi başına anlam ifade etmez; bağlam ve çevre o bilgiden bağımsız değildir. Bilgi sadece bir araçtır; ona sahip olabilirsiniz ama ne zaman, nasıl ve nerede kullanılacağını bilmiyorsanız bir işe yaramaz. Yani bilginin kendisinin dışında o bilginin işlevselleşeceği gerçek ve alabildiğine zengin dünyayı da bilmeniz gerekir. 

Mesela çekiç, kendi başına bir anlam ifade etmez ama bir marangoz ve arkeolog, aynı çekici kendi bağlamlarına taşıyarak farklı anlamlandırır. Aynı şey Scrubble oyununda veya ortak makale yazarken de meydana gelmektedir. Scrubble’a başlamadan önce sizin zihninizde hangi kelime olursa olsun, oluşturacağınız kelimeler, oyundaki diğer kişilerin oluşturduğu kelimelere göre şekillenmektedir. Ortak makale yazarken de kullanacağınız kelimeler ve akıl yürütme biçiminiz, diğer yazarlarla karşılıklı etkileşime girdiğiniz için sürekli değişir. Görüldüğü üzere bilgi; bağlamından koparılamaz, deneyimden ayrı düşünülemez, sosyal ve kültürel ilişkilerden soyutlanamaz. Kişinin beyni kadar çevresi de öğrenmede etkilidir.

Kısacası, bilgiyi işleme kuramı “kafanın içindeki dünya”dan bahsederken, durumsallık kuramı “dünyanın içindeki kafa”dan bahseder.

Öğrenmeyle ilgili birçok kuramın kökeni Platon ve Aristo zamanlarına dayanır. Platon, akılcılığın (rationalism) temsilcisidir ve bilginin kaynağının duyular değil, zihin olduğunu söyler. Aristo ise bilginin tek kaynağının deneyim olduğunu söyler, deneyciliğin (empricism) temsilcisidir. Davranışçı yaklaşım kökenini deneycilikten, bilişselci yaklaşım akılcılıktan alır. Durumsallık kuramının ise akılcılığı ve deneyciliği harmanlayarak kullandığı düşünülebilir. 

Durumsallık kuramının çevreye verdiği önem, Vygotsky’nin sosyal yapılandırmacılık anlayışıyla ve Bandura’nın sosyal öğrenme kuramıyla uyuşmaktadır (Vygotsky: Öğrenci, bir yetişkinin ya da kendisinden daha gelişkin bir akranının rehberliğinde sosyal ilişki içinde bulunarak gelişir - Bandura: Kişinin kendi başına deneyip yanılarak öğrenmesi zordur, başkalarından görerek ve onları rol model alarak öğrenir). Bu noktada akıllara, durumsallık kuramının yapılandırmacı kuramdan ne farkı olduğu sorusu akla gelir.

Yapılandırmacı kuramda öğrenme, kişinin kafasının içinde yapılandırma sonucunda oluşurken durumsallık kuramında öğrenme, sadece zihinde olup bitmez, çevrede de yer alır. Her iki anlayışa göre öğrencinin aktif bir rolü olsa da, durumsallık kuramının pratikteki sonucu; gerçek ortamda öğrenmeye ve öğrencinin arkadaşlarından, büyüklerinden, eğiticilerden yani çevreden sosyal etkileşimle öğrenmesine önem verilmesidir. Bilgiyi işleme kuramından farklı olarak öne çıkan önemli tarafı ise, bilgiyi işleme kuramının çevreyi statik bir içerik olarak tanımlayıp öğrenmedeki rolünü pasif görmesine rağmen durumsallık kuramının, çevrenin ve sosyal etkileşimin rolünü vurgulamasıdır.

Durumsallık kuramı penceresinden baktığımızda, mesela sınıfta gerçekleştirilecek olan bir küçük grup çalışmasında öğrenci, o çalışmada neler yaşanacağını önceden tam olarak bilemez. Olacaklar; akranlarına, eğiticiye, ortamdaki duruma ve bunların birbirleriyle etkileşimlerine bağlıdır. Aynı şey hekim-hasta görüşmesi için de geçerlidir. Hastanın o anki durumu, hastanedeki şartlar, muayene odasındaki imkânlar, havanın sıcaklığı vs. görüşmede etkili faktörlerden sadece birkaçıdır. Bütün bunlardan anlaşılan, çevrenin ve sosyal etkileşimin, öğrenme sürecinde algılanan ve zihinde işlenen pasif bir bileşen olmadığıdır. 

Uğraş topluluğu (community of practice) ve çevreden uygun katılım (legitimate peripheral participation), durumsal öğrenmeyle ilgili kavramlardır. Durumsal öğrenme kuramına göre uzman/çaylak ayrımı yoktur. Alana daha önce girmiş olanlar ve yeni girmiş olanlar vardır. Eski ya da yeni olsun bu kişilerin hepsi, söz konusu uğraş topluluğunun birer üyesidir. Yeni olanlar, zaman içinde kendilerini dönüştürürler ve çevreden girdikleri bu halkanın merkezine doğru yol alırlar. Dönüşüm sürecinde sosyal etkileşim ve ortam önemli rol oynar. Yeni olanların bu dönüşümüne sadece uzmanlar değil, akranlar ve uzmanlık öğrencileri de katkı sağlar. Sürecin sonunda öğrenci, bu topluluğun üyesi olduğunun kabulüne ulaşır, bir kimlik kazanır.

Durumsal algı ve durumsal öğrenme kuramları çevrenin ve sosyal etkileşimin önemini vurgulasa da, çevrenin ve sosyal etkileşimin öğrenmeyle ilişkisini tam olarak aydınlatmamaktadır. Bu noktada, durumsallık kuramı şemsiyesi altında kendilerine yer bulan çevresel psikoloji (ecological psychlogy) ve dağıtık algı (distributed cognition) görevi devralır. 

Çevresel psikoloji, kişinin çevreyle etkileşimi sürecindeki potansiyellere (affordances), niyetine (goal/intention), dikkatine (attention) ve etkililiğine (effectivity) odaklanarak süreci aydınlatır. Mesela acil servise akut retrosternal ağrı ile başvuran bir hastada hekim önce kardiyak bir sorun olup olmadığını anlamak (goal) ister. Bu nedenle dikkatini (attention) fizik muayeneye yöneltir. Fizik muayenede sürtünme bulgusuna rastladığında perikardit tanısı için bir potansiyel (affordance) oluşur. EKG alıp yaygın ST elevasyonu ve T dalga inversiyonu da görürse perikardit tanısı koyar ve böylelikle potansiyeli etkililiğe (effectivity) dönüştürmüş olur. Görüldüğü üzere tanının öğrenilmesi sürecinde çevresel faktörler büyük öneme sahiptir.  

Dağıtık algı ise bu süreci, süreçteki kişilerin ve çevredeki araçların birbirleriyle ilişkisine odaklanarak aydınlatır. Anlamın inşasında hem kişiler hem de çevredeki araçlar rol oynar. Mesela diz ağrısı ile gelen bir hastanın tanısının koyulması sürecinde hem hasta hem de araçlar hem de hekim algıyı oluşturur. Hastanın dizinin durumu, diz için yapılacak artroskopide kullanılacak iğne ve hekimin algısı birleşerek tanıyı oluşturur. Eğer artroskopi iğnesi yoksa işlem yapılamaz ve algının oluşumunda eksiklik meydana gelir. Sonuçta tanıyı koymak mümkün olmaz. Görüldüğü üzere hastanın tanısı bilgisini oluşturmada sadece hekimin algısı değil, çevresel bir unsur olan artroskopi iğnesi de önemli rol oynar.

Bütün bu bilgilerden sonra durumsallık kuramının öğretim süreçlerine ve tasarımına etkisinden de bahsetmek gerekir. Durumsallık kuramından bakıldığında öğretim sadece içerikten ibaret değildir; katılımcılar ve çevresel etkenler en az içerik kadar etkilidir. Dolayısıyla bir öğretim tasarımcısının içeriği belirlemenin yanında katılımcıları, katılımcılar arasındaki dinamikleri, kullanılacak stratejileri ve diğer her türlü çevresel unsurla beraber bu unsurların birbirleriyle olan ilişkisini de hesaba katmalıdır. Buradan yola çıkarak denilebilir ki, durumsallık kuramının penceresinden bakıldığında, öğretim sürecinin kaotikliği kabul edilmiş olur. Çünkü birbirleriyle etkileşim içindeki çok sayıda unsurun yer aldığı bir ortamın hangi sonuçları oluşturacağını tahmin etmek mümkün olmaz. Etki, doğrusal değildir; süreçte yapılan küçük bir değişiklik, elde edilecek sonuçta da küçük bir değişiklik oluşturacağı anlamına gelmez. Çok küçük değişiklikler çok büyük farklılıklar yaratabilir.

Özetle durumsallık kuramı, sadece öğrenen kişinin zihninin değil, o kişinin çevresindeki canlı-cansız her bir unsurun ve birbirleriyle etkileşimlerinin öğrenme sürecinde etkili olduğunu söyler. Bilginin bir bağlamdan diğerine aktarılması sorununu kabul ederek, yazının başında verilen “karın ağrısı olan hastaya yaklaşım”la ilgili örnekteki başarısızlığın sebeplerine ve çözümüne dair öneriler sunmuş olur.


Bu içerik tamamen aşağıdaki kaynaklardan yararlanılarak, sizi o asıl kaynaklara başvurmaya teşvik etmek için oluşturulmuştur.

Kaynak

Durning SJ, Artino AR (2011) Situativity theory: A perspective on how participants and the environment can interact: AMEE Guide no. 52. Medical Teacher, 33:3, 188-199. DOI: 10.3109/0142159X.2011.550965

Lave J (2008) Cognition in Practice: Mind, Mathematics and Culture in Everyday Life (Learning in Doing). Cambridge: Cambridge University Press.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder