Deneyimsel öğrenme
(experiential learning) kuramı, kişinin yaşadıkları üzerinden bireysel olarak
kendi kendine nasıl öğrendiğini açıklamaya çalışır. Yapılandırmacı
(constructivist) anlayış kapsamında olan deneyimsel öğrenmede, öğrenme,
deneyimler üzerine kişinin kendi zihninde oluşturduğu anlamlarla meydana gelir.
Bu yeni anlamlar gerçek hayatta uygulamaya geçirilir ve bu da yeni deneyimlere
yol açar.
Deneyimsel öğrenme
kavramı bizi, David A. Kolb’un (1939-…) ismine götürür. Kolb’un 1984’te
yayınladığı “Experiential Learning: experience as the source of learning and
development” adlı kitabı, deneyimsel öğrenmenin kendisiyle
ilişkilendirilmesinin sebebidir. Ama hiçbir kuram bir anda ortaya çıkmaz,
tarihsel birikimin üzerine inşa edilir. Bu kurama giden yolun taşlarını döşeyen
çok sayıda isim vardır.
İlki, John Dewey’dir
(1859-1952). Dewey 1938’de yayınlanan “Experience and Education” adlı kitabında,
deneyimlenmeyen bilginin uçup gideceğini söylemiştir. Dewey’e göre eğiticilerin
görevi, öğrencilere bilgi aktarmak değil, öğrenciler için anlamlı olan
deneyimler sağlayarak onlara rehberlik yapmaktır.
Diğer isimler Kurt Lewin
(1890-1947), Jean Piaget (1896-1980) ve Malcolm Knowles’tır (1913–1997). Lewin,
yaptığı çalışmalar neticesinde uygulama grupları oluşmasına ön ayak olmuş ve
böylelikle kağıt üzerinden öğrenilenlerin somut deneyimlere aktarılmasını
sağlayacak gelişmelere yol açmıştır. Piaget, deneyimlerden sonra oluşan
bilişsel dengesizlikler sonucunda kişinin kendi kendine bilgiyi yapılandırarak
(şema düzenleme ya da yeni şema yaratma) öğrendiğini söylemiştir. Knowles ise
erişkin öğrenimi (andragogy) prensiplerini ortaya koymuştur. Knowles’a göre erişkinler
dikte edilerek değil, eğiticilerle birlikte öğrenir. Erişkinler için öğrenmenin
önceki deneyimlerle ilişkilendirilmiş olması önemlidir, eğitimin konu bazlı
değil de problem çözme odaklı olması gerekir, öğrenilenlerin işlerine yarayacak
olması istenir ve içsel motivasyon erişkinlerin öğrenmesinde etkilidir.
Kolb, deneyimsel
öğrenmeyi dört evreden oluşan döngüsel bir şemayla açıklar. Öğrenme, somut
deneyimlerden (concrete experience) köken alır. Kişi, bu deneyim üzerine
düşünür (reflective observation) ve deneyimi kendisi için anlamlı hâle getirir.
Daha sonra, bu düşüncelerden yola çıkarak soyut kavramsallaştırmalar (abstract
conceptualisation) yapar. Bu işlem, deneyimle ilgili bilginin zihinde
genelleştirilmesi/kurallaştırılması olarak düşünülebilir. Sonra bu
kavramsallaştırma, gerçek hayatta denenir (active experimentation). Bu deneme,
bir başka somut deneyimdir; döngünün en başına dönülmüştür.
Döngünün ilk ve son
evresi deneyimlenen dünyada (günlük hayat) meydana gelirken ikinci ve üçüncü
evresi, kişinin zihninde gerçekleşir.
Kolb’un ortaya koyduğu
dört evreli döngüsel teori; öğrenmenin birbirini takip eden dört evrede
gerçekleşemeyecek kadar kaotik olduğu, öğrenmede sosyal etkileşimi göz ardı
ettiği gibi söylemlerle eleştirilmiştir. Bu eleştiriler bir yana, Kolb’un
teorisi, klinikte öğrenmede karşılaşılan birçok fenomeni açıklamada
kullanışlıdır.
Bu noktaya gelinene
kadar, özetle, şunlar olmuştur: Davranışçı (behaviourist) yaklaşım eğitici
odaklı bir şekilde, öğretimde eğiticinin neler yapması gerektiğini söyler.
Davranışçılığın baskın olduğu dönemde öğrencinin, eğiticinin etkisine tepki
olarak öğrendiği düşünülmüştür. Dewey sayesinde odak noktası eğiticiden
öğrenciye ve öğrencinin deneyimlerden öğrenmesine kaymaya başlamıştır. Bu
paradigma değişimi Piaget’nin çocuklar üzerinde yaptığı çalışmalarla daha da
güçlenmiş, Knowles’ın çalışmalarıyla erişkin eğitimine taşınmıştır. Kolb ise,
deneyimler üzerine düşünmenin (reflection) yani kişisel anlamlandırma ve
yorumlamanın önemine dikkat çekmiştir.
Kolb, deneyimlerden yola
çıkarak içsel anlamlandırma ve yorumlamaya önem vermiş ve sosyo-kültürel
özelliklerden pek bahsetmemiştir. Lev Vygotsky’nin (1896–1934) sosyo-kültürel
özelliklere dikkat çekmesi, bu anlamda tamamlayıcı bir müdahale olarak
görülebilir. 1934’te tüberkülozdan ölen Vygotsky, Kolb’dan daha önce yaşamış
olsa da eserlerinin Rusça olması ve bu eserlerin tercümelerinin dünyayla çok
daha geç buluşması nedeniyle eğitim psikolojisi alanında daha geç etkin rol
oynamaya başlamıştır.
Vygotsky’ye göre öğrenme,
bireysel değil, aksine sosyo-kültürel bir süreçtir. Yani öğrenmenin temelinde
bireyin kendisi değil, çevreyle etkileşim vardır. Erişkin öğrenme ilkeleri, öz
yönelimli (self-direction) öğrenmenin, öğrenme için optimum koşul olduğunu
söylerken Vygotsky’nin çerçevesinden bakıldığında öğrenme için optimum durum,
kişinin kendisinden daha deneyimli/bilgili birinin rehberliğinde öğrenmesidir.
“Destekleyici katılım” olarak ifade edilen bu durum, Vygotsky’nin Yakınsal
Gelişim Alanı yaklaşımıyla örtüşür. (Yakınsal Gelişim Alanı ve Vygotsky
hakkında daha ayrıntılı bilgi için: “Yapılandırmacılık” başlıklı yazı)
Öğrenmede çevrenin ve
çevreyle etkileşimin etkinliğine yapılan vurgu Vygotsky ile görünür hâle gelmiş
olsa da Durumsallık Kuramı (Situativity Theory) bunu daha da ileri götürmüştür.
Bu içerik tamamen
aşağıdaki kaynaktan yararlanılarak, sizi o asıl kaynağa başvurmaya teşvik etmek
için oluşturulmuştur.
Kaynak
Yardley S, Teunissen PW, Dornan
T (2012) Experiential learning: AMEE Guide No. 63. Medical Teacher, 34:2,
e102-e115, DOI: 10.3109/0142159X.2012.650741
Okuduğunuz bu yazıyı cihazınıza PDF olarak kaydetmek için şu bağlantıyı ziyaret edebilirsiniz:
Tıp Eğitiminde Kuramlar Yazı Dizisi 2 - Deneyimsel Öğrenme (Experiential Learning) - PDF
Okuduğunuz bu yazıyı cihazınıza PDF olarak kaydetmek için şu bağlantıyı ziyaret edebilirsiniz:
Tıp Eğitiminde Kuramlar Yazı Dizisi 2 - Deneyimsel Öğrenme (Experiential Learning) - PDF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder